Vatan Gazetesi yazarı, gazeteci Ruşen Çakır'ın, Medya Kritik'te yaptığı açıklamalardan satır başları şu şekilde;
"MİT MÜSTEŞARINA YAPILMIŞ HAMLE SİYASİ İKTİDARA YAPILMIŞ BİR HAMLEDİR"
Başbakan'ın dünkü konuşmasında öne çıkarmak istediği asıl unsur 'kavga yok, kriz beklemeyin'di ama asıl cümle "Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz"di. Başbakan'ın bu cümlesi açıkca şunu söylüyordu, MİT Müsteşarı'na yapılan bu hamle esas olarak siyasi iktidara yapılmış bir hamledir. Yani bu olay aslında adliye ile MİT arasındaki bir çekişme değil, adliye içindeki bir grup, bir yapı ya da bir çevreyledir.
'7 ŞUBAT MÜDAHALESİ'
Aslında iktidar da biliyor ki savcılar KCK içindeki MİT üyelerini değil PKK ile yapılan görüşmeleri yani Oslo görüşmelerini sorgulamak istedi. Hepimiz biliyoruz ki hiçbir devlet görevlisi böyle bir işe, yani Oslo görüşmelerine tek başına karar vermez, tek başına bu görüşmeleri yapmaz. Siyasi bir irade lazımdır, ki bu da vardı. Savcıların bu hamlesi de dolayısıyla siyasi irade üzerinde yeni bir vesayet olarak okundu.
Birkaç gündür basında yer alan yazılarda; hükümete yakın yazarların yaşananları milli irade üzerinde yeni bir vesayet arayışı olarak okuduğu gördük. Hatta buna '7 Şubat müdahalesi' dediler.
MİT'e yapılan operasyon bir süreçtir. Dünden bugüne hemen gelinmedi. Özel Yetkili Mahkemeler bir çok şey yaptılar. Bunlardan biri Ahmet Şık-Nedim Şener'in tutuklanmasıdır, bir diğeri Türkan Saylan olayıdır, bir diğeri ise Büşra Ersanlı - Ragıp Zarakolu olayıdır. Bunları görmeden bu süreci okuyamazsınız.
"27 NİSAN AK PARTİ İLE GÜLEN HAREKETİNİN YAKINLAŞMASINI HIZLANDIRDI"
Benim iddiama göre 27 Nisan Muhtırası'yla beraber Gülen Hareketi ile AK Parti arasında yakınlaşma hızlandı. Geçmişten gelen bazı sorunları ve TSK'nın gücü nedeniyle bu birleşme yaşanmamıştı. Yaşar Büyükanıt büyük bir başarı ile 27 Nisan'da bu iki gurubu birleştirdi. Seçim döneminde böylece AK Parti hareketine oksijen pompalandı.
Seçim döneminden sonra Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, bunun böyle gitmeyeceğini bilerek askeri vesayetin üzerine gitti. Ergenekon ve Balyoz süreci ile de tüm bunlar yapıldı. Bir yerden sonra, Özel'in Genelkurmay Başkanı olması ile de gördük ki Türkiye'de artık askeri vesayetin esamesi okunmuyor.
"İKİ ANA GÜÇ ARASINDA ÇEKİŞME BAŞLADI"
Bundan sonra iktidarın birçok bileşeninden iki ana güç arasında bir çekişme başladı. Çünkü Türkiye çok büyük bir ülke, çok büyük imkanlar ve fırsatları var. Jeopolitik olarak çok önemli bir ülke. Bunun dış boyutları da var, İran gibi Suriye gibi. Öteden beri hükümetle bu çevre arasında Suriye ve İran konusunda farklı bakış açısı var. Görüyoruz ki gittikçe de bu farklılık artıyor.
Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasında çok büyük farklılıklar var. Tabii ki ikisi de dindardır ama geçmişlerine baktığımızda büyük farklılıklar görürüz. Bu farklılıkların tekrar su yüzüne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu son olayda da bardak taştı.
"GÜLEN HAREKETİNİN GEÇMİŞİNDE GÖRMEDİĞİMİZ TÜRDEN BİR HATA"
MİT Müsteşarını ifadeye çağırmak çok büyük bir hataydı. Zaten son yapılan açıklamalara baktığımızda hata olduğunu görmeye başladıklarını da görüyoruz. Ama Gülen Hareketi'nin geçmişine baktığımızda görmediğimiz türden bir hatadır bu. Son yaşadığımız kriz tek başına bir savcının yaptığı hata olsaydı ne medya bu olayla bu kadar uğraşırdı ne bu olay bu kadar büyürdü. Bu hatanın bu zamanda yapılması çok şaşırtıcı. Çünkü şunu herkes biliyor ki, Hakan Fidan bugün hem Cumhurbaşkanının hem de Başbakanın gözbebeği.
HABERTURK.COM
FOCUSHABER.COM'UN HABERİ
Gazeteci yazar Taha Akyol "Atatürk'ün İhtilal Hukuku" isimli kitabı piyasaya çıktı. Tarafsız Bölge'de de kitabını tanıtan ve kitabı üzerine konuşan Akyol, Cumhuriyet döneminde bazı uygulamaların oldukça sert olduğunu söyleyerek bu dönemde Anayasa'nın değil devletin çıkarlarının ön planda tutularak bazı kötü icraatların icra edildiğini söyledi.
"Atatürk devrimleri Türkiye'ye atılım yaptırmıştır" diyen Akyol, "Bu atılımlar gerçekleşmiştir ancak kullanılan şiddetin dozunun çok fazla olması hukuk geleneğimize zarar verdi. Devlet vesayeti altında inkîlabın emrinde bir yargı geleneği, adalet fikrine zarar verdi, demokrasi kültürünün gelişmesine zarar verdi radikal fikirler kestirmeci yollar ve devlet gücünün aşırı kullanılması meşruiyeti... Dersim Kanunu tartışılıyor, liberal eğilimli bağımsız İstanbul Milletvekili Hüsnü Kitapçı diyor ki, 'Siz Dersim'de mahkemelerin vereceği idam yetkisini komutanlara veriyorsunuz. Halbuki Anayasaya göre bu yetki meclise ait. Bu anayasaya aykırıdır' diyor. Komisyon başkanı çıkıyor bir konuşma yapıyor. 'Terazinin bir kefesine anayasayı koyduk, bir kefesine de devletin yüksek çıkarlarını koyduk. Anayasa yerine devletin yüksek çıkarlarını yaptık' diyor. İşte benim itirazım bu... Tarihten almamız gereken ders bu" diyerek Cumhuriyet dönemindeki bazı uygulamaları eleştirdi.
AHMET HAKAN'IN SORUSU ŞAŞIRTTI
Ahmet Hakan, bu sözler karşısında AKP'li bir bakanın söylediklerini gündeme getirince Taha Akyol ne diyeceğini şaşırdı. Hakan, "Şimdi geçenlerde mesela bir hükümet yetkilisini dinliyorum; 'Özel yetkili mahkemelerin demokrasi açısından problemleri var ama memleketimizin yüksek çıkarları için korunmalı' diyor. Siz bunun için ne diyorsunuz?" deyince Taha Akyol daha önce söylediklerinin tam tersi bir söylem geliştirerek yine özel yetkili mahkemelerin varolması gerektiğini söyleyerek uygulamayı destekledi. Bu sorada programa katılan konuklar ise Ahmet Hakan'ın sorduğu yerinde soru ile kahkaha attı.
AHT Muhabiri Bülent Ceyhan, "Soruşturma kapsamında şüphelilerin ifadelerinden yola çıkarak bazı iddialara ulaşılmıştı. O iddialar arasında MİT ile PKK'nın Oslo'daki görüşmeleri de vardı. Savcılığın ifadelerin alınması durumunda bu kapsamda sorular soracağı tahmin ediliyor" dedi.
Bülent Ceyhan, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Bilal Bayraktar'ın daha önce Balyoz Soruşturması kapsamında 25'i general 78 subay hakkında gözaltı kararı verdiğini hatırlattı. Bayraktar, bu karar hakkında Başsavcılık'a bilgi vermediği gerekçesiyle soruşturmadan el çektirilmişti. Bilal Bayraktar, soruşturmayı gizli yürüttüğünü, bu nedenle bilgi vermediğini, yetkisi dahilinde bu kararı alabileceğini ifade etmişti.
OSLO'DAKİ GÖRÜŞMELER VE ŞÜPHELİLERİN İFADELERİ
Habertürk TV Haber Koordinatörü Abdullah Kılıç da, iddiaların perde arkasını ve olası gelişmeleri şöyle anlattı:
"MİT Kanunu'nun 26. Maddesi'nde MİT Müsteşarı'na görevi sırasında işlediği iddia edilen suçla ilgili cezai takibat yapılacaksa bu, Başbakan'ın iznine tabidir deniliyor. Fakat savcı burada cezai bir işlem yapmıyor olabilir. Oslo görüşmesi ve KCK önderlik komitesiyle ilgili yapılan birtakım operasyonlar, şüphelilerin verdiği ifadeler, KCK kapsamında gözaltına alınan gazetecilerin verdiği birtakım ifadeler var. Bu ifadeler MİT'i ilgilendiriyor olabilir. Savcı hem yeni MİT Müsteşarı'nı hem de önceki MİT Müsteşarı'nın görüşlerini almak için çağırıyor olabilir.
Hem Başsavcı hem Başsavcıvekili yalanladı. Ama ifade şeklinde değil de görüş alma şeklinde olabilir. İddialar tabii çok vahim. Böyle bir şey yoksa bu iddialar nasıl sızdı bu da önemli. Ben savcının muhakkak elde ettiği bilgiler ışığında MİT Müsteşarı'nın görüşüne başvuracağını düşünüyorum. Başsavcının bilgisi olmadan da bunu yapabilir. Başsavcı, 'Bana bilgi vermesi gerekirdi teamül gereği' dedi. Ben KCK Savcısının MİT Müsteşarı'nı bir kahve içmeye çağıracağını düşünüyorum.
Oslo'daki görüşmelere ilişkin ses kasedinde dehşete düşüren ifadeler de vardı biliyorsunuz. Afet Güneş'in görüşmede, 'Biz barış için görüşüyoruz. Siz bir taraftan şehirlere bombalar koyuyorsunuz' diyor. Kamuoyunda ses getirmişti. Bu bombalardan haberi var mıydı MİT'in, savcı bunu da soracaktır, böyle bir ifade olacaksa.
Gözaltına alınan şüphelilerin MİT'te birtakım ilişkide olanların olduğu iddiası var. Bu kesinleşmemiş olsa da Adliye kulislerinde konuşuluyor. Bu gibi ilişkilerin de sorulacağını düşünüyorum.
KCK'nın önderlik komitesine yönelik operasyonda 40'ın üzerinde avukat gözaltına alınmış, bunların çoğu da tutuklanmıştı. Onların verdiği ifadelerde MİT'te birtakım bilgilerin olduğu ifadesi vardı. Bu ifadeler kamuoyuna çok yansımadı. Savcı herhalde şüpheli avukatların verdiği ifadelerden yola çıkarak birtakım formüller buldu. MİT'in üst düzey isimlerine bunları sorma gereği duyduğunu hissetti.
Oslo görüşmesinin sorulacağı üzerinde duruluyor. Ama KCK'dan gözaltına alınan şüphelilerin de verdiği ifadeler üzerinde durulacağını düşünüyorum."
HABERTURK.COM
Paul Woods
BBC - Humus
Kendilerini Özgür Suriye Ordusu olarak adlandıran isyancılarla birlikte Suriye'yi dolaşıyorum.
Gece yarısı saat 3 sularında, Humus'un rejim muhalifi olan mahallelerinde kapsamlı bir bombardıman olduğunu duymuşlar.
Öğleden sonra şehre ulaştığımızda makineli tüfek sesleri ve sebebi tam olarak açıklanmayan patlamaları işitmek mümkündü.
Humus'ta muhaliflerin yaşadığı bölge tamamıyla izole edilmiş durumda. Bu yüzden eylemcilerin rehberliğinde hassas bir istikamet üzerinden buraya ulaşabildik.
Rehberlimiz topladıkları tıbbi malzemeyi ve Humus'un köylerinde bağışlanmış kanların doldurduğu torbaları söz konusu mahalleye ulaştırmaya çalışıyorlar.
Katliam mı değil mi?
Suriye hükümeti "katliam" iddialarının uydurma olduğunu, görüntülerdeki cesetlerin ise isyancılar tarafından kaçırılan insanlara ait olduğunu savunuyor. Muhalifler ise "katliam" iddiasında ısrarcılar.
Humus'ta bulunduğum mahallelerdeki tepkiler hükümeti işaret ediyor.
Yıkıntılardan cesetler çıkardıklarını, kendilerine tanklarla, otomatik silahlarla, yani yalnızca hükümetin sahip olduğu silahlarla saldırıldığını söylüyorlar.
Bu saldırılara karşılık olarak Özgür Suriye Ordusu da silah kullandı ancak bunlar hafif silahlardı. Özgür Suriye Ordusu da, ölümlere yalnızca hükümetin sebep olabileceğini söylüyor.
Dün akşamki saldırının hemen ardından, ölü sayıları bir hayli yüksek olarak belirtilmişti.
İlk anlarda 200 kişiden fazla ölüden bahsediliyordu ancak daha sonra bağımsız ve saygınlığı yüksek insan hakları örgütleri bölgede toplam 55 kişinin öldüğünü duyurdular.
Hasarın en fazla olduğu Halidiye mahallesinde yaşayanlar ise yıkıntılardan 100'den fazla ceset çıkardıklarını söylüyorlar.
Dolayısıyla gerçek rakam, bu iki sayının arasında olabilir.
Suriye genelinde ortaya çıkan tabloda hükümete bağlı güçlerin büyük şehirlerin merkezlerini ve ana yolları kontrol ettikleri, Özgür Suriye Ordusu'nun ise Humus gibi bazı şehirlerin belli bölgelerine ve kırsal bölgelere hâkim olduğu görülüyor.
Hafif silahlara sahip muhaliflerin hükümet güçlerinin ağır silahlarla saldırdıkları durumlarda karşılık veremedikleri anlaşılıyor.
Dün akşam olduğu gibi.
Sorumlu kim?
İddia edilen rakamların en azı bile gerçek ise, Suriye için korkunç bir gün yaşandığı söylenebilir.
Can kayıplarının sayısı kesinleştiğinde, kimin sorumlu olduğu sorusu gündeme gelecek.
Hükümet ve isyancıların bu konudaki iddiaları ise şimdiden çelişiyor.
Saldırının neden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin, Şam'a karşı kritik oylaması sırasında gerçekleştiği önemli bir soru.
Sebep belki de, Özgür Suriye Ordusu'nun hükümet güçlerini Humus'un bazı bölgelerinden, tamamıyla uzaklaştırmayı başarmış olmasıdır. Sanırım, bölgedeki ordu yetkilileri daha fazla bekleyeceklerini düşünmüş olabilirler.
Top yekün taaruz
Özgür Suriye Ordusu'ndan bana söylenenler, yaşananlar ardından "top yekün taaruz"ya geçileceği yönünde. Sanırım şiddetin artışına tanık olacağız.
Özgür Suriye Ordusu'nun saldırıları hâlihazırda gittikçe artmış durumda.
Cuma günü Humus yakınlarındaki bir askeri üsse düzenledikleri bir saldırıyı izleme şansımız oldu.
En az 60 milisin saldırısı sonucu üs ele geçirilemedi ancak saatlerce süren çatışma tam anlamıyla bir savaştı.
Suriye'deki sokak protestoları hala devam etse de bundan sonraki sürecin yükselen bir gerilla mücadelesine odaklanacağını tahmin ediyorum.
"Paul Auster'i okumadım, ben onda daha başka bir kabiliyet keşfettim. Atatürk'e müthiş benziyor. Yani Türkiye zaman zaman Atatürk le ilgili film çevirmek için birilerini getirirler. O benzedi bu benzemedi derler, ama inanın ben bundan daha fazla benzeyen görmedim. Hazır Türkiye'ye gelmişken bir film senaryosu üzerinde onu aktör olarak düşünebilirler"